Şeyh Said’in torunu Abdulilah Fırat: İsyan başarılı olsaydı İslami bir Kürd devlet kurulacaktı
Rûdaw TV’de yayınlanan “Pencemor” programında Kawa Emin’in konuğu olan Şeyh Said’in torunu ve eski milletvekili Abdulilah Fırat, dedesi Şeyh Said’in liderliğini yaptığı 1925 isyanının bilinmeyen yönlerini anlattı.
Abdulilah Fırat, Şeyh Said ailesinin köklerinin İran’a dayandığını, ailenin Şah İsmail’in zulmünden kaçarak Muş, Bingöl ve Diyarbakır’a yarleştiğini söyledi.
Şeyh Said'in dini amaçlarla yola çıktığını ve eğer isyan başarılı olsaydı bir İslam devleti kurmayı amaçladığını söyleyen Abdulilah Fırat, isyanın başlangıcında Şeyh Said ile Cibranlı Halit Bey arasında anlaşmazlık yaşandığını, Cibranlı Halit Bey'in Şeyh Said'den isyana katılmamasını istediğini ancak Şeyh Said’in bunu kabul etmediğini kaydetti.
İsyandan önce Şeyh Said'in taleplerine dair beyannameler hazırlayıp sunduğunu belirten Abdulilah Fırat, Şeyh Said'in kabrinin nerede olduğunu bildiklerini ancak cenazesinin kabirde olup olmadığını bilmediklerini söyledi.
Şeyh Said'in Mele Mustafa Barzani ile de henüz 17 yaşındayken görüştüğünü ve çeşitli tavsiyelerde bulunduğunu kaydeden Abdulilah Fırat’ın Kawa Emin’in sorularına verdiği cevaplar şöyle:
Rûdaw: Hoş geldiniz, nasılsınız?
Abdulilah Fırat: Teşekkür ederim. Selamlarımı Kürdistan’a gönderiyorum. Allah-u Teala iyilik, güzellik ve olumlu ne varsa Kürd halkına nasip etsin.
Rûdaw: Başlarken şunu sormak istiyorum. Genellikle Şeyh Said, “Şeyh Said-i Piran” diye anılır. Ama bazıları Piranlı (Diyarbakır’ın Dicle ilçesi) olmadığını söylüyor. Bunun aslı nedir?
Abdulilah Fırat: Biraz önce sana söylemiştim. Şeyh Said ailesi zaten İran halkındandır. Hazreti Hüseyin'in şehadetinden sonra İran'a gitmişler. Oraya yerleşmişler. Bademyar isimli büyük bir dağ var orada, oraya yerleşmişler. Bademyar’da müderrislik yapmışlar, şeyhlik yapmışlar.
Rûdaw: Bademyar hangi mıntıkaya düşüyor, Tebriz’e mi?
Abdulilah Fırat: Tebriz’den 60 kilometre ileride yüksek bir dağ. O bölgeye mürşitler bölgesi diyorlar. Büyük alimler yetişmiş o bölgeden. Orada Nakşibendi tarikatının bir kolu bulunuyor. Nurnakşi tarikatının şeyhlerindendirler. İran şahları onlara çok zulmediyor, eziyet ediyor. O bölgede Dimili aşireti mensupları yaşıyormuş. Gördükleri zulüm nedeniyle "Ne yapalım" diye kendi aralarında konuşup, tartışıyorlar. Sonra “En iyisi burayı terk edelim. Buralar artık bize uygun değil. Şah İsmail bize çok zulmediyor, hicret edelim. Hicrette fayda var. Peki nereye hicret edelim? Türkiye Kürdistanı’na hicret edelim” diyorlar. Böylece hicret ediyorlar. Dimililer Diyarbakır'a, Muş'a, Bingöl'e gelip buralara dağılıyorlar. 30-40 yıl sonra Şeyh Said Efendi'nin dedesi Seyit Muhammed Bademyari kendisi Seyyid Musa'nın oğludur. Biz Berzencilerle kuzeniz. Berzenciler Seyit İsa'nın çocuklarıdır. Biz de Seyit Musa'nın çocuklarıyız. Şeyh Abbas, Seyyid Muhammed Bademyari’yi şehit ediyor. Şehadetinden sonra çocukları “Göç etmeliyiz” diyorlar. İki kardeşlermiş. Mensupları ve alimleriyle birlikte göç edip Piran’a geliyorlar.
Rûdaw: Şeyh Said nerede dünyaya geliyor?
Abdulilah Fırat: Şeyh Said Piran’da dünyaya gelmiş. Piranşar’a (Urmiye vilayetine bağlı) hicret ediyorlar. Orada 50-60 yıl kalıyorlar Ondan sonra da oradan çıkıp Diyarbakır'a geçiyorlar. Savur ilçesine yakın bir köy var. Septioğlu İlya'dır köylerinin adı. Türkler “Kırkdirek” diye isimlendiriyorlar. Orada büyük mağaralar var. Bademyar’ı da ziyaret ettim. Orada da büyük mağaralar var, çok büyük kerametler vücut bulmuş orada. Hatta bir ansiklopedide okudum diyor çok büyük bir mağara var, içinde asılı bir taş bulunuyor. Biz “kulek” (baca) diyoruz. Mağarayı devamlı aydınlatıyormuş o baca. Almanlar İran'a gelip görmüş orayı ve epeyce ilgilerini çekmiş. Hatta o taşı Almanya'ya götürmüşler. Ben Almanya'ya gittim, taşı göremedim ancak mecmualarda yazılı bu.
Rûdaw: Şimdi modern döneme gelecek olursak. Özellikle isyan dönemine… İsyan nasıl gerçekleşti?
Abdulilah Fırat: Piranşar’dan hicret edip Diyarbakır'a geliyorlar. O zaman da Sultan IV. Murat “Bağdat'ın fethine çıkıyorum. Bana yardım etmeniz gerekiyor” diyor. Sulatan bizim 13 kuşaktan dedemizi çağırıyor. Ki kendisi çok büyük bir Alimdir. Sultan onu çağırıyor. “Gel fetva ver” diyor. Ancak dedemiz, “Fetva veremem. Orası Müslümanların memleketidir. Bütün İslam alimleri şu görüşte birleşmiş: Bir yerde tek bir Müslüman aile bile varsa orayı fethedemezsin” diyor. Ancak yine de Sultan Murat Bağdat'a gidiyor. Bağdat'tan dönüşünde aileyi katlediyor. O zaman Şeyh Haşem’i ve amcası Seyit Mahmut Aziz Ömevi’yi katlediyor. Yaklaşık 200 bin mensuplarını da katlediyor. Bir süre sonra Diyarbakır merkeze geliyorlar. Orada Ulu Cami’de müderrislik yapıyorlar. Tabii Şehy Said Efendi'nin dedesi Palulu Şeyh Ali diyorlar kendisine, Diyarbakırlıdır. Osmanlar döneminde Şeyhülislam’ın temsilcileri varmış. Palulu Şeyh Ali Diyarbakır'da Şeyhülislam’ın temsilcisi olarak bulunuyor. Şeyhlik, alimlik yapıyor. Sonra Şeyh Said efendi dünyaya geliyor. Dedesi ona isim veriyor. Çok hassas bir eğitimden geçiyor, büyük müderrislerden eğitim alıyor, tahsilini bitiriyor. Osmanlılar zamanında bazı kanunlar çıkarılıyor. Bu kanunlar dine, İslam dinine muhalif kanunlardır. Şeyh Said Efendi bunları kabul etmiyor. "Bunlar haksızlıktır" diyor. Fikren cevaplarını veriyor. Sonra Mustafa Kemal Diyarbakır Kolordu Komutanı oluyor. Kürdistan'ın bütün şeyhlerini topluyor. Diyarbakır'da Kolordu'da 1917'de topluyor bütün şeyhleri. Diyor ki "Size büyük bir yardımda bulunacağım. Osmanlı İmparatorluğu dağıldı, Rumeli gitti, Arabistan gitti. Türkiye de gidiyor, işte İstanbul işgal ediliyor, gitti elimizden. Geriye şark kaldı. Şarkta da bir hükümet oluşturalım." Ancak Şeyh Said Efendi bu teklifi kabul etmiyor. Diyor ki “Sen o kadar milliyetperversen önce git kendi memleketini kurtar. Sen Selaniklisin. Kürdistanlılar milliyetperverdir, dindardır, esareti kabul etmezler. Her şekilde mücadele edebilirler. Bu nedenle senin yardımını istemiyoruz. İçimizde fitne ve fesada neden olur. Biz buna vesile olmak istemiyoruz." Ondan sonra Azadi hareketi oluşuyor.
Rûdaw: Azadi dernek mi, hareket mi, parti mi? Nedir Azadi?
Abdulilah Fırat: Niyetleri Kürdistan'ı kurmaktır. Sultan Abdülhamid döneminde ileri gelen Kürdler, ağalar ve çocukları için bir okul açılıyor. Onları götürüp eğitiyorlar. O okulda Kürd çocuklarını okutuyorlar. Bazıları zabit oluyor, bazıları subay oluyor. Bazıları idari görevlerde bulunuyor. Kaymakam oluyor, vali, maliyeci oluyor. Tahsil alıyorlar. Bunlar Kürd aydınlarıdır. Toplanıp “Bir dernek altında mücadele edelim” diyorlar. Tabii mücadeleleri sonuca varmıyor sonra hepsini tutukluyorlar.
Rûdaw: Şeyh Said Efendi'nin Azadi ile ilişkisi neydi? Azadi Hareketi'ne üye miydi?
Abdulilah Fırat: Tabii bizzat onların içinde değilmiş ama fikren onları desteklemiş. Seyit Abdülkadir onların liderliğini yapmış. Çevresindekilere “Siz Kürdistan'da bu işi Şeyh Said’e teslim etmelisiniz” demiş. Ancak Şeyh Said liderliği kabul etmiyor. Sonra Cibranlı Halit Bey, Ziya Bey… Bu Kürd münevverlerini, aydınları tutukluyorlar. Tevkif ediyorlar. Bazı Kürdler de sınır dışına firar ediyor. Şeyh Said Efendi'yi de tutuklamak üzere Erzurum’a ifadeye çağırıyorlar. Şeyh Said Efendi, “Ben ihtiyarım. 75 yaşındayım gelemem” diyor. Ve kalkıp yandaşlarını topluyor. Hınıs kalesinde büyük bir şura topluyor. Diyor “Ben eğer tutuklanırsam kesinlikle beni katlederler, mücadele edelim ve Türklere esir düşen halkımızı, insanlarımızı kurtaralım.” Oradan hicret edip Suşar isimli bir mıntıkaya geliyor. Orada da bir toplantı yapıyor Karlıova'ya geçiyor. Orada da bir şura gerçekleştiriyor. Bingöl'de de yapıyor, halkın içinde dolaşıyor.
Rûdaw: Amacı nedir? Amacı bir isyanı örgütlemek midir?
Abdulilah Fırat: Evet planı oydu. “Hazırlıklarımızı yapalım” diyor. Beyannameleri var. Yani birçok hak talebinde bulunuyorlar. Eğer haklarımızı verirlerse zaten diyecek bir şey yok. Ama eğer sosyal, siyasal, insani, iktisadi haklarımızı vermezlerse… (isyan ederiz diyor)
Rûdaw: Bunların belgesi var mı?
Abdulilah Fırat: Evet belgeleri var. Mektupları var.
Rûdaw: Cibranlı Halit Bey'in Şeyh Said’le ilişkileri nasıldı, iyi miydi?
Abdulilah Fırat: Halit Bey'in tabii Kürd aşiretleri arasında epeyce şöhreti vardı. Hatta kendisini dindar olarak tanıtıyordu ancak o da Şeyh Said’in dediklerine uymamış. “Bu mücadele bize ait. Sen git postunda otur, bize dua et” demiş. Bu da Şeyh Said’e çok ağır geliyor. Şeyh Said Efendi o zaman Erzurum'daymış. Yanına adamlarını alıp Halit Bey'i görmeye gidiyor. Gece yarısıymış. Halit Bey ile aralarında geçen o konuşmadan sonra yanındakilere "Kalkın gidelim" diyor. Kalkıp Narmanlı Cami'de gece namazını kılıyorlar. Sonra atlarına binip ayrılıyorlar. Orada Palandöken dağına varıp sabah namazını kılıyorlar. Madrak'a geliyorlar. Selim Bey var Madraklı, o da Zırkanların ağalarından... Zırkan aşireti var büyük bir aşirettir. Tabii Selim Bey'in dikkatini çekiyor. “Şeyh Efendi sen bu gece yarısı nasıl gelebildin?” diye soruyor. Şeyh Said sesini çıkarmıyor. Yanındaki müderrislere soruyor. “Neden gittiniz” diye soruyor. Onlar da “Cibranlı Halit Bey ile araları bozuldu. Aralarında bir münakaşa oldu. Şeyh Said Efendi de çıkıp geldi” diyorlar. O zaman Şeyh Said Efendi karar veriyor, "Mücadele etmeliyiz" diyor. Türk hükümetine teslim olmuyor. Hatta şurayı topladığı zamanlar kardeşi, Hınıs Müftüsü Şeyh Bahattin Efendi diyor ki, “Kürd halkı, iyi bir halk ama korkaktır, devletten korkar. Seni desteklemeye cesaret etmezler. Korkarım ki seni yalnız bırakırlar. Yazık olacak sana, gitme, kendini feda etme” diyor. O da diyor ki “Hazreti Ali'nin oğlu Hanife büyük bir alimdir. O da Hz Hüseyin'e “Gitme, mücadele etme, gidersen harcanırsın. Yezit’le baş edemezsin diyor. Hazreti Hüseyin diyor ki ‘Ben tek başıma da olsam bu zulümle mücadele edeceğim’. Ben de şu an aynen Hazreti Hüseyin gibi mücadele ediyorum. Elimde hiçbir silah olmasa da, elimde sadece tesbihim de olsa gidip Mustafa Kemal ile mücadele edeceğim”.
Rûdaw: Bu dini bir mesele miydi, milli bir mesele miydi? Ya da ikisi birden miydi?
Abdulilah Fırat: Şimdi çok büyük bir yanlışlık var. Bu yeni oluşan Kürd partiler büyük bir yanlışlık yapıyorlar. O zamanki Kürdistan'da, fiziki Kürdistan coğrafyasında halkın yüzde 90'ı Kürd'tü. Dinleri de İslamdı. O zamanlar Roma hukuku vardı, İngilizlerin Anglosakson sistemi vardı. Şeyh Said bunlara karşıydı. Şeyh Said Efendi İslami rejimi getirecekti. Devlet kursaydı devleti İslami olacaktı; ama hangi İslami, Kürdlerin İslamiyeti. Millet Kürd rejim de İslami rejim olacaktı.
Rûdaw: Osmanlı'dan kalma hilafeti yeniden getirmek istiyordu diyorlar. Bu doğru mu?
Abdulilah Fırat: Şeyh Said Efendi diyor ki “Bizim için ha Osmanlı halife olmuş ha Mısırlılar halife olmuş, ha Abbasiler ha Emeviler halife olmuş. Bizim için şahıslar önemli değil. Ancak Hilafet müessesesi Müslümanlar için faydalıdır. Müslümanların ittifakını sağlıyor. Bu nedenle hilafet feshedilmemeli” diyor ama kim halife olacak? Cumhur sistemi var, toplanırlar ve bir halife seçerler.
Rûdaw: Yani Şeyh Said kendisi halife olmak istemiyor muydu?
Abdulilah Fırat: Hayır öyle bir şey istemiyordu.
Rûdaw: Kendisini bir mücahit gibi hissediyor. Kendisini mücahit sayıyor, böyle miydi?
Abdulilah Fırat: Tabii Kur'an'da yaklaşık 500 ayet var cihat hakkında. Şeyh Said Efendi de tabii çok büyük bir alim. Eserlerinde de görülüyor. 500 ayetlik cihat meselesi hakkında Şeyh Said Efendi bunları inkar etmiyor. Gittiği her yerde de bu cihat ayetlerini okuyor. Yani cihat nedir? Zulüm rejimine karşı direniştir. Huzurun varsa, refahın varsa, hakkın varsa, zulüm yoksa cihadı ne yapacaksın! Ancak zulüm vardı, hakaret vardı, esaret vardı, eziyet vardı. Halkın ileri gitmesini engelliyorlardı. Hürriyet olmazsa ölüm olur. Zulüm olunca da ona karşı ehli iman birinin kalkıp cihat etmesi gerekir. Bu nedenle en büyük makam mücahitlerin makamıdır. Şeyh Said Efendi de mücahitti, kalktı cihat yaptı.
Rûdaw: İsyan başladığında Cibranlı Halit Bey Bitlis'te cezaevinde zindandadır, neden Şeyh Said Efendi Bitlis'e gidip onu kurtaracağına Diyarbakır'da isyan başlatıyor?
Abdulilah Fırat: Daha önce söyledim, Halit Bey'i Erzurum'da derdest edip tutukluyorlar. Şeyh Said Efendi’yi de Hınıs'ta yakalayıp tutuklamak istiyorlar. Hınıs'ta Mahsut Efendi varmış, kaymakammış, Şeyh Said Efendi’yi uyarıyor. “Eğer buraya gelip ifade verirsen tutuklanırsın. Buradan git” diyor. Bunun üzerine şurayı topluyor.
Rûdaw: Askeri bakımdan isyan edecek imkanları var mıydı?
Abdulilah Fırat: Kardeşine diyor ki “Ben tek başıma da kalsam, bir kişi dahi yanımda olmazsa yine de kalkıp mücadele edeceğim. Ama başarılı olur muyum olmaz mıyım, ölür müyüm, ölmez miyim onu bilemem. Bu benim için dert değil.” Atına binip yola çıkacağı zaman eşi Cibranlı Halit Bey'in kız kardeşi, yanına geliyor. Fatma Hanım ağlamaya başlıyor. “Senin küçük çocukların var. Ailen var, onları bırakıp nereye gidiyorsun? Sen gidersen Türk askerlerinin eline düşeriz, bizi perişan ederler. Niye perişan olmamıza sebep olasın ki?” diyor. O da eşine diyor ki; “Hazreti Hüseyin'in eşi İranlı bir kadındı. O da senin gibi Hz. Hüseyin'e ‘Bizi bırakıp nereye gidiyorsun?’ demiş. Hazreti Hüseyin de ona ‘Benim üzerime vaciptir. Gidip cihat etmem gerekiyor. Size tek bir söz veriyorum namusunuza leke sürülmeyecek; ancak çok eziyet çekeceksiniz.” Hazreti Hüseyin'in bu sözünü ben de size veriyorum namusunuz lekelenmeyecek ama hayatınız zehir olacak. Sürgün olacaksınız, eziyet çekeceksiniz. Belki çoğumuz öldürüleceğiz. Esir düşeceksiniz, aç kalacaksınız. Ben de size Hazreti Hüseyin'in bu sözünü veriyorum, sabredin.”
Rûdaw: Biraz da Mele Saidi Nursi'den bahsetmek istiyorum. Mele Saidi Nursi ile Şeyh Said'in ilişkileri nasıldı?
Abdulilah Fırat: Şeyh Said Efendi'nin yaklaşık yüz müderrisi varmış. Yüze yakın da halifesi varmış Hepsini seferber ediyor. “Gidin bütün Kürdistan'ı dolaşın, cihat bize farz oldu. Rüyamda Hazreti Muhammed Peygamber bana talimat verdi. Dedi ki Said kalk cihad et, mücadele et. Allah-u Teala sana büyük bir makam nasip edecek” diyor. Çevresindekilere bunu söylüyor. Birçok yere mektup gönderiyor. Mektuplarının tamamı var. Mahkemeye sunulmuş bunlar. Ben yaklaşık 50-60 mektubunu tercüme ettim.
Rûdaw: Hiç Türk devletine, Atatürk'e karşı fetva vermiş mi yazılı olarak?
Abdulilah Fırat: Evet tabii ki “Üzerimize vaciptir. Cihat için 500 ayet var, bu ayetlerden hangisini inkar edebilirim ki! Cihat etmeye mecburum. Cihadım da zulme karşıdır” diyor. Tabii o zaman İslami eğitimi kaldırmışlardı.
Rûdaw: Neden Mele Saidi Nursi isyana bizzat iştirak etmedi?
Abdulilah Fırat: Katıldı, fakat Mele Said o zaman İstanbul'daydı. Önce İttihatçılar'a katıldı fakat gördü ki İttiatçılar, Cemal Paşa, Talat Paşa kafirdir, dinsizdir onlarla mücadele etti ve onlardan ayrıldı. İstanbul'da Seyit Abdulkadir ile birlikte bir gazete çıkarıyorlar o da Kürd aydınıdır. Epeyce makale yazıyorlar.
Rûdaw: Peki biraz daha Şeyh Said Efendi'nin tutuklanmasına değinelim. Kasım’dan (Kaso) bahsedilir. Kim bu Kaso? Şeyh Said’e ihanet ettiği söylenir doğru mu, ihanet etmiş mi?
Abdulilah Fırat: Kasım, Cibranlı Halit Bey'in kuzenidir. Kasım'ın hain olduğunu biliyormuş ancak onu himaye etmiş. Halit Bey dileseydi Kasım'ın önceden gitmesine izin vermezdi. Kasım Erzurum'da Mustafa Kemal'in yanına gidiyor. O sırada deprem oluyor. 1924'te deprem oluyor. Mustafa Kemal deprem nedeniyle Erzurum'da zaten. Kasım gidip Mustafa Kemal'i görüyor Diyor ki “Halit Bey Azadi teşkilatını kurdu, tehlike var. Senin bunların hepsini tutuklaman gerekir. Onların arkasındaki en büyük güç de Şeyh Said'dir. O da büyük bir tehlikedir, onu gözaltına al, hareketinin yayılmasını engelle." Halit Bey bunu duyuyor ancak yine de Kasım’a karışmıyor. O zaman İstanbul'daki aydın Kürdler Erzurum'a geliyorlar, orada Mustafa Kemal'in şerefine bir at yarışı düzenleniyor. Orada Mustafa Kemal’e suikast düzenlemek istiyorlar. Kasım izin vermiyor, engelliyor. Kasım, Halit Bey'in hem kuzenidir hem de damadıdır. Şeyh Said'in de bacanağıdır. Kaso fitne ve fesatlık yapıyor. Zaten öteden beri de dinsizmiş.
Rûdaw: Şeyh Said yakalandığı zaman aslında İran'a geçmek istiyormuş bu doğru mu?
Abdulilah Fırat: Tabii Diyarbakır'a geliyor. Diyarbakır'ı kontrol altına alıyorlar. Türk ordusunun tümenlerini esir alıyorlar, muvaffak oluyorlar. Şehrin sakinleri, Diyarbakır halkı katılmıyor isyana. Rehberlik etmiyorlar. Tabii Diyarbakır surları çok büyük. Sur içinde Türk ordusu da bulunuyor. Eğer yerel halk rehberlik edip onların Sur içine girmesine yardımcı olsaydı mesele bitiyordu. Muvafak oluyorlardı ancak Allah'ın takdiri o şekildeydi. Yenildiler. Büyük ihanetlerden biri de Kürdlerin şeyh ve ağalarının Mustafa Kemal'i desteklemesi oldu. Orduya rehberlik ettiler. Şeyh Said'i desteklemediler, mağlubiyet o şekilde oldu. Said, Nursi İstanbul'dan kalkıp geliyor. Mele Abdulkadir’e diyor ki “Git Şeyh Said'i gör, durumunu bir müzakere et, fikrini bir öğren." Mele Said Bingöl'e geliyor. Oradaki ağaları, şeyhleri görüyor, haber gönderiyorlar. Şeyh Said'e Erzurum'a gel diyorlar. Erzurum Kalesi'nin içinde bir camide Erzurum'un ileri gelenleri ile birlikte 15 gün müzakereler yürütüyorlar, şuralar topluyorlar. “Mustafa Kemal'e taleplerimizi iletelim, tebliğ edelim. Kabul ederse eder, etmezse isyan başlatırız” diyorlar. Atatürk bu talepleri kabul etmemiş. Eğitimi değiştirmiş, medreseleri ilga, hilafeti ilga etmiş. Avrupai rejimi getirmiş. Şeyh Said Efendi'nin talebi ise İslam düzenini getirmekti, İslam düzeninin devam etmesini istiyorlardı.
Rûdaw: Neden sadece Kürdler islami rejimin devamını istiyor? Türkiye'de başka Müslümanlar da var. Onlar niye istemiyor?
Abdulilah Fırat: Türkler de istiyordu ama Mustafa Kemal'in hepsini öldürdü. Kimseyi bırakmadı sonra bu tarafa el attı.
Rûdaw: Mahkemede olup bitenler hakkında çok şey söyleniyor. Sizde belge var mı?
Abdulilah Fırat: Ben hepsini yayınladım. 6 cilt yayınladım. Şeyh Said’in mektupları var, mahkemede verdiği ifadeler var. Şeyh Said Efendi mahkemeye verdiği ifadede taviz vermemiş hiçbir şekilde. “Üzerimde vacipti, mecburdum ben bu kalkışmaya. Zulmünüze, eziyetinize karşı bu isyana mecburdum” demiş. Mahkeme heyeti soruyor diyor ki “Bu dünyadaki tek alim sen misin?” O da diyor ki “Haşa daha iyi bilenler de vardır. Ancak ben vacip gördüm ve kıyam ettim."
Rûdaw: Bazı kişiler bu isyanın milli bir isyan olmadığını söylüyor. Türk basınında da isyanın İngiliz tahriki ile yapılığı yazılıyor. Siz bu konuda ne diyeceksiniz?
Abdulilah Fırat: Bakanlar Kurulu kararı ile bir genelge hazırlanıyor. Gazetelere gönderiyorlar. Diyorlar ki batılılar için “Bu kalkışma İslamidir. Burası için de İngilizlerin kışkırtığı bir kalkışmadır diye yazın.” Yani böyle çift taraflı bir genelge yayınlıyorlar. Bu şekilde propaganda yapıyorlar. Dışişleri Bakanlığı böyle bir talimat veriyor.
Rûdaw: Şeyh Said ile birlikte kaç kişi idam edildi?
Abdulilah Fırat: 49 kişi. Ama Şeyh Said isyanının tamamında yaklaşık 200 bin kişi şehit oldu.
Rûdaw: 200 bin kişinin şehit olduğuna dair nasıl bir ıspatınız var?
Abdulilah Fırat: Ispatı kolay. Hemen hemen her köyde 10 kişi, 15 kişi, 20 kişiyi katletmişler. Hepsi belli, isimleri de belli. Çok çok büyük bir katliam yaptılar. Sağ kalanları da sürgün ettiler. Askerler köylere gidiyorlardı, basıyorlardı, köyleri yakıp insanları öldürüyorlardı. İdam sırasında Şeyh Said’in kardeşi Diyadin Efendi de idam edildi. Üç kardeş şehit düştü. Diğerleri de firar etti. Akrabalarından da 7-8 kişi şehit düştü.
Rûdaw: Şeyh Said ile birlikte yakalanan kişiler af dilediler mi devletten?
Abdulilah Fırat: Hayır. Şeyh Said isyanına katılanların hepsi bizim haricimizde konuşmuyorlar. Bir kenara çekilip bekliyorlar. Mesela Diyarbakır'da Kürdistan'ın önde gelen 49 ismini katlettiler. Onun dışında da binlerce kişi öldürüldü. Kimse bunlara sahip çıkmıyor, kimse sesini çıkarmadı.
Rûdaw: Şeyit Rıza isyanı destekledi mi?
Abdulilah Fırat: Hayır. Dersim Alevileri Şeyh Said’e muhalifti. Bir iki tanesi istisna çoğu muhalifti. Hadiseye iştirak etmediler. Varto, Hınıs bölgelerinde Mustafa Kemal'e rehberlik bile ettiler.
Rûdaw: Mesele neydi? Sünni - Alevi meselesi miydi? Başka bir nedeni mi vardı?
Abdulilah Fırat: Mesele esasında şu: Cibranlı Halit Bey Mahmut Bey'in oğludur. Cibran aşiretindendir. Cibranlar Vartolu. Dersimli Alevilerle komşular. Karlıova'da, Varto'da, Kiğı'da… Bunlar arasında 200 yıl öncesine dayanan bir düşmanlık vardı. Birbirlerini öldürüyorlardı. Halit Bey'e olan nefretlerinden dolayı Şeyh Said'e muhalefet ettiler; yani kendileri diyorlar "Eğer Halit Bey, Şeyh Said ile birlikte olmasaydı biz ihanet etmezdik." Halit Bey de zaten tutuklu. Şeyh Said’in yakalandığı gün idam ettiler.
Rûdaw: Şeyh Said’in kabri neden yok? Siz nerede olduğunu biliyor musunuz?
Abdulilah Fırat: Biz yerini biliyoruz. Şeyh Said Efendi mahkemede vasiyetine yazdığı zaman diyor ki “Ben vasiyetnamemde yazıyorum. Üzerime bir mezar yapılmasına izin verin. Bu bir. İkincisi de gasp ettiniz paramı varislerime verin.” İkisini de uygulamadılar. Diyarbakır'da defnettikleri yer belli ancak içinde mi değil mi bilmiyoruz. İdam edildiği zaman binlerce kişi görmüş. Şeyh Said Efendi’yi Diyarbakır'a getirdikleri zaman bunu kitapta da yazmıştım, büyük bir merasimle alana getiriyorlar. Şeyh Said Efendi'nin çok güzel bir atı varmış. Adı Derviş’miş, Diyarbakırlı bir tarihçi yazmış. Ben ondan naklettim. Diyor ki ben o zaman 18 yaşındaydım. Bütün Diyarbakır halkı Şeyh Said Efendi’yi görmek için yol kenarlarına dizildi. Dört bir yanında askerler vardı. Önde bir tabur arkada da bir tabur asker vardı. Şeyh Said Efendi de halka selam veriyordu. Kerküklü iri yarı bir adam o sırada Şeyh Said Efendi’ye küfür etti; ancak halk bu kişiyi linç etmek istedi ama askerler izin vermedi.
Rûdaw: Şeyh Said Efendi’nin Şeyh Mahmut Berzenci ile ilişkileri var mıymış, bu konuda bilginiz var mı?
Abdulilah Fırat: Bizzat görüşmemişler ama Şeyh Said Efendi ona mektup göndermiş. Mektupta “Mücadele edin, İngilizlerin Kürdistan'a girmesine izin vermeyin. İngilizler Kürdistan'a gelip petrolü ele geçirirlerse bir daha onları çıkaramazsınız. İçinizde fitne çıkarırlar, sizi ve Arapları birbirine düşürürler, ne yapıp edin İngilizlerin Kürdistan'a girmesine engel olun ve mutlaka Kerkük'e sahip çıkın. Kerkük'e kimsenin girmesine izin vermeyin. Kurtuluşumuz Kerkük'ledir” diye yazmış. Şeyh Said Efendi bizzat yazmış.
Rûdaw: Şeyh Said'in Barzanilerle ilişkileri nasıldı?
Abdulilah Fırat: Ben Kak Mesud Barzani'den duydum, bir de Kak Salih'ten duydum. Mele Mustafa Barzani ve kardeşi Ahmed Kürdistan’a geliyorlar. Türkiye tarafına. Şeyh Said Efendi Muş'a gidip onları görüyor. Mele Mustafa Barzani o zamanlar sanırım 17-18 yaşlarındaymış. Şeyh Said Efendi Mele Mustafa'ya diyor ki “Sen şeyhlik yapma. Şeyhliği Ahmed yapsın. Ben senin adını Mele Mustafa koyuyorum” diyor ve onu kucaklıyor. Kak Mesut bunu anlatırken, “Babam diyordu ki Şeyh Said beni kucakladığı zaman bende başka bir his oluştu, yani değiştim, manevi bir feyz oluştu bende, başka bir ruh oluştu. Geri döndüğümde mücadeleye başladım” dedi.
Rûdaw: İsyanın bastırılmasından, idamdan sonra aile olarak neler yaşadınız?
Abdulilah Fırat: Ailedeki erkekler göç ettiler İran'a gittiler. Bir yandan da Güney Kürdistan’a geçtiler oradan Bağdat'a da geçtiler. Kadınlar, çocuklar onlar da Isparta Eğirdir’e sürgün edildiler. Isparta Eğirdir'de 3 yıl kaldılar. Sonra af çıktı. Aftan sonra yeniden Hınıs'a döndüler. Onun üzerinden de 1.5 yıl geçtikten sonra Trakya'ya sürgün edildiler. Kırklareli Vize'ye sürgün oldular. Ben de orada dünyaya geldim. Çok fakirlik çekmişler, çok perişan olmuşlar. Evleri gecekondu, etrafını askerler çevirmiş, kimseyle konuşmalarına izin verilmemiş. Camiye gitmelerine de izin verilmemiş. Bu şekilde nezaret altında tutuyorlar.
Rûdaw: Siz Saidi Nursi ile bizzat karşılaştınız mı? Ortak anılarınız var mı?
Abdulilah Fırat: 3 Ocak 1960’ta Saidi Nursi’nin bir yakını geldi. Ankara'daydık. Ankara'da Denizliler Caddesi'nde Beyrut Oteli var, Saidi Nursi oradaydı. Beni çağırmıştı. Gidip gördüm. Çok yaşlanmıştı, yatağın üzerinde oturmuştu. Yanında avukatı vardı. Sait Özdemir de vardı yanında. “Sizi hep görmek istiyordum ancak imkanlarım yoktu” dedim. Çocuklar Isparta’ya sürgüne gönderildiğinde onları ziyaret ettim. Sonra beni hapse attılar. Sürgün kimsenin beni görmesine izin vermiyorlardı” dedi.
Rûdaw: Saidi Nursi ile konuşurken Türkçe mi konuşuyordunuz?
Abdulilah Fırat: Öncelikle mazeretini söyledi. “Yanımdakiler Kürdçe bilmiyor. Türklerin yanında, Kürdçe konuşursam şüphe duyabilirler. O nedenle Türkçe konuşacağım” dedi. Ama amcam onunla Kürdçe konuştu. Kendisine uygulanan zulmü anlattı, çektiği eziyeti anlattı. “Ben Şeyh Said Efendi'yi gördüm Erzurum'da, Allah bana o şerefi verdi. Hatta beni ikna etmeye çalışıyordu, benim muhalif olduğumu zannediyordu. Ona dedim ki Şeyh Efendi ben muhalif değilim. Senin fikrin neyse benimki de o. Kendini yorma” diye konuştu.