Şeyh Said’in torunu Merve Fırat: Önemli olan masada kimin olduğu değil, Kürtlerin hak talepleridir

Şeyh Said'in torunu Merve Fıırak PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın çağrısının PKK'liler için olduğunu belirterek, Kürtler için sürecin devam ettiğini söyledi. Merve Fırat, "Önemli olan masada kimin olduğu değil, Kürtlerin hak talepleridir" dedi.
Şeyh Said’in torunu Merve Fırat, Kürdistan Bölgesi'nde Rûdaw’a verdiği röportajda Türkiye'deki barış sürecini değerlendirdi. Fırat, Öcalan’ın mesajını ağırlıklı olarak PKK’ye yönelik bir çağrı olarak gördüğünü, ancak Kürtlerin hak mücadelesinin sadece PKK ile sınırlı olmadığını vurguladı. Barış sürecinin Kürtlerin temel haklarının konuşulması için bir fırsat olması gerektiğini belirterek, çözüm masasındaki isimlerden çok, Kürtlerin hak taleplerinin içeriğinin esas alınması gerektiğini ifade etti.
Tarihi sürgünler ve asimilasyon politikalarına maruz kalan ailesinin yaşadığı acıları anlatan Fırat, Kürtlerin hak mücadelesinin yüz yıldır devam ettiğine dikkat çekti. Türkiye'nin Kürtler konusunda uyguladığı politikaların dönemsel değil, sistematik bir devlet politikası olduğunu söyledi. Özellikle Trakya sürgününde iki yönlü asimilasyon politikasına işaret ederek, geçmişteki deneyimlerin Kürtlerin haklarının hala verilmediğinin bir göstergesi olduğunu belirtti.
Fırat, barış sürecinin sağlıklı ilerlemesi için uluslararası aktörlerin devreye girmesi gerektiğini savundu. Şahıslar üzerinden yürütülen barış süreçlerinin kalıcı çözümler üretmediğini, kurumların ve hukukun devreye girmesi gerektiğini ifade etti. Akademik çevrelerin sürece temkinli yaklaştığını söyleyen Fırat, Kürtlerin hak mücadelesinde farklı kesimlerle diyalog kurmanın ve ikna edici çalışmalar yürütmenin önemli olduğunu vurguladı.
Hiva Cemal: Eminim ki çoğunuzun Şeyh Said-i Piran'ı duyduğunuzu, onun hakkında okuduğunuzu ve devriminin nasıl olduğunu, ne için olduğunu bildiğinizi düşünüyorum. Özellikle Kürdistan Bölgesi'ndeki okul programlarında da okutulur, öğrenciler bunu bilirler. Ayrıca Kürdistan Bölgesi dışında yaşayan Kürtler ve Kürtlerin komşuları da Şeyh Said-i Piran'ın ne zaman devrim yaptığını bilirler.
Şeyh Said-i Piran'ın torunu benim misafirim. Özellikle Türkiye'deki barış süreci ve Abdullah Öcalan'ın mesajı hakkında soru sormak istiyorum. Bu, onun için farklı olabilir ve sizin için de, Şeyh Said-i Piran'ın torunu için sıra dışı bir röportaj olabilir. Bu ailenin büyüklerinin Kürt kimliğinin üzerinde etkisi vardır. Misafirim olan, siyaset bilimi okuyan Merve Fırat hanım da bu konularda değerlendirme yapacak. Bu konuda onun düşüncelerinden faydalanabiliriz. Sayın Merve, Kürdistan Bölgesi'ne hoş geldiniz.
Merve Fırat: Çok teşekkür ederim.
Hiva Cemal: Siz Şeyh Said-i Piran'ın torunu olduğunuz için şüphesiz, Öcalan'ın mesajını farklı şekilde değerlendiriyorsunuz. Öcalan’ın mesajını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Merve Fırat: Evet, hem size hem Rûdaw’a, hem de her yönüyle Kürdistan'ın merkezi haline gelen Erbil gibi bir yeri kuran Kürdistan halkına teşekkür ediyorum. Kuzey, Güney, Doğu, Rojava’dan geliyoruz, burada konuşabiliyoruz, fikirlerimizi paylaşabiliyoruz, birlikte diyalog kurabiliyoruz. Bunun için çok teşekkür ediyorum ve şimdi sorunuzu cevaplamaya hazırım.
Bildiğiniz gibi, Şeyh Said-i Piran'ın ailesi 1925 ayaklanmasında çok zulüm gördü ve sürgün çekti, ama mücadelelerinden vazgeçmediler. Aile üç kez sürgüne gönderildi. İlki 1926'da oldu. Ailenin kadınları ve çocukları sürgün edilirken başlarında erkekler yoktu. Hayatta kalan erkekler Doğu ve Güney'e geçmişlerdi. Şeyh Said-i Piran'ın ailesinin kadın ve çocukları ile ayaklanmaya katılan veya katılmayan diğer Kürt ailelerinin hepsi devlet tarafından sürgün politikasına tabi tutuldu. Ailemiz o zaman Isparta'ya gitti. O zamanlar kadınlar ve çocuklar Türkçe bilmiyorlardı. Türk şehirlerinde çok zorluk çektiler. Daha sonra Türkiye af çıkardı.
Af şu nedenle çıkarıldı; dağlarda devrim hala devam ediyordu, bitmemişti. İnsanları dağdan indirmek için, şehirlere getirmek için bu affı çıkardılar. Affın sadece insanları aşağı indirmek için olduğu anlaşıldı. Çünkü sonra 1935'te tüm Kürdistan'daki Kürt aileleri için başka bir sürgün süreci başladı. Bu sefer Şeyh Said-i Piran'ın ailesi de tekrar sürgün edildi. Aile Erzurum'dan Türkiye'nin en uç bölgesi olan, hiçbir Kürt ailenin yaşamadığı, sadece Türklerin yaşadığı Trakya bölgesine sürgün edildi. Oradakilerin biraz dinden uzak bir yaşamları vardı. Kürtler ve Şeyh Said-i Piran'ın ailesi dindar bir aileydi. Evde sadece Kürtçe konuşurlardı. İki yönlü asimilasyon için Trakya'ya sürgün edildiler. Aile orada yaklaşık on, on beş yıl kaldı.
Sonra yine af çıktı, kendi topraklarına, Erzurum Kolhisar'a döndüler. 1960'larda Türkiye'de askeri darbe oldu. O zaman da tüm Kürt aileleri, şeyhler, ağalar, beyler ve Kürt ileri gelenleri Sivas’ta bir kampta toplandılar. Bu kamp, Nazilerin kamplarına benzer şekilde yapılmıştı. Ama birçok kişi bunu konuşmaz, bahsi geçmez. Bu konuda akademik çalışmalar da yoktur, halbuki çok önemli bir konudur. Yine Kürt ileri gelenleri Türkiye'nin her tarafına, Türk şehirlerine dağıtıldılar. Ailemizin üyeleri Balıkesir’e, Muğla'ya ve Türkiye’nin farklı şehirlerine sürgün edildi. Sürgünde aile fertleri ayrı ayrı şehirlere gönderildi. Baba oğlundan, dede torunun ayrı düştü.
Babam da bu sürgünde kamptaki en küçük insanıydı. Daha on dört yaşındaydı. Neden bunlardan bahsediyorum, çünkü bu hikaye kuzeydeki Kürtlerin örnek bir hikayesidir. Ben hiç sürgüne gitmemiş, başka şeyler yaşamamış yeni nesilden birisiyim, yeni kuşağım. Benden önceki nesil hepsi sürgünlerde yaşadı, hapse girdiler, devletin asimilasyon politikalarıyla karşı karşıya kaldılar. Bu hikaye bize bir şey anlatıyor, diyor ki: Devletin bu politikası sadece bir dönem için geçerli değildi, Kürtlere yönelik devamlı bir politikaları vardır.
Dolayısıyla bugün Öcalan Kürtler için önemli. Ama bu konuyu sadece Öcalan üzerinden okumamalıyız. Öcalan'ın el yazısı ile yazılmış çağrısı okundu. Bu mektup, çağrı kendi topluluğuna, cemaatine bir çağrıdır. Yani PKK ve silah bırakma konusunda çağrı yaptı. Bu çağrı PKK cemaati içindir ve sürecin ilk aşamasıdır. Ama Kürtler açısından sürecin devam edeceği sonucu ortaya çıkıyor.
Hiva Cemal: Size göre Öcalan’ın çağrısı sadece PKK’ye mi, tüm Kürtlere mi? Çünkü çağrısının sonunda “Çağrıma kulak veren herkese” selam gönderiyor.
Merve Fırat: Evet, sadece Kürtler için diyemeyiz, çünkü devlet kanadına da çağrı yapıyor, Bahçeli'nin adı da geçiyor, Türkiye Cumhurbaşkanı'nın adı da geçiyor. Ama yine de sonunda kendi topluluğu için söylüyor, silah bırakma için söylüyor, gerçekten bir teklif yapmıyor. Cemaatine 'silah bırakın' diyor. Bu çağrı kendi topluluğu için söylenmiş sözler. Ben böyle okuyorum,
Hiva Cemal: Barış süreci Kürtleri nasıl etkileyecek?
Merve Fırat: Türkiye'de geçmişte bir barış süreci deneyimi oldu, ama başarılı olmadı. Şimdi ikincisi başlıyor. Süreç Bahçeli'nin sözleriyle başladı. Herkes Bahçeli ne yapıyor dedi. Bahçeli çok yüksekten başladı dendi. Burada bir şey var. Bir not düşmek gerekiyor. Türkiye devleti, diğer halklarla ilişki kurarken meseleye en mesafeli ve sert kişi ile başlıyor. Bunun geçmişte farklı örnekleri oldu. Türkiye bir kez Ermeniler için çağrı yapmıştı. Şimdi de benzer bir süreci görebiliriz.
Bu mesele Kürtler açısından neden önemli. Çünkü, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun üzerinden bir yüz yıldan fazla süre geçmesine rağmen Kürtler hala haklarını almadılar. Ve hala haklarını talep ediyorlar. En küçüğünden en büyüğüne kadar, tüm Kürtler, haklarının verilmesi konusunda aynı düşünüyor. Umarım bu süreç, Kürtlerin haklarının konuşulmasına vesile olur.
Hiva Cemal: Şeyh Said-i Piran'ın torunu olarak Öcalan'ın mesajından ne kadar memnunsunuz?
Merve Fırat: İşin gerçeği ben bu konuları şahıslar üzerinden okumuyorum. Benim için önemli olan, eğer çözüm için bir masa kurmuşsak o masada Öcalan’ın olması, başka birinin olması benim için hiç fark etmez. Şeyh Said-i Piran'ın ailesinden ve siyaset bilimi okumuş biri olarak, benim için önemli olan masada Kürtler hakkında ne konuşulduğudur. Hak kavramı ve konsepti açısından, ne konuşuluyor ve ne yapılıyor?
Hiva Cemal: Akademik çevrelerin barış sürecine yaklaşımı nedir?
Merve Fırat: Türkiye'de Kürtler hakkında akademik çalışmalar yapmak çok zor. Yine de üniversitelerde bazı konuşmalar yapıyoruz. Kürtler hakkında makalelerimizi yazıp devam ediyoruz. Gözlemlediğim kadarıyla, Türklerin hem sağcısı hem solcusu bu konuya temkinli yaklaşıyor. Hem korkuyorlar hem de ne olur ne olmaz diyorlar. Çünkü onlar için de, Bahçeli'nin bu süreci başlatması büyük bir şoktu. Dolayısıyla ben de onların görüşlerinin de önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece kendi açımızdan bakmayalım, onları da dinleyelim. Bize ne kadar yanlış gelse de onları dinlemeli ve ikna etmeliyiz. Hem akademik konuşmalarla hem de hayatın içerisinde.
Hiva Cemal: Siz şu an siyasi bilimler fakültesi öğrencisisiniz. Kürtler ile barış sürecinin uluslararası arenayı ne kadar etkiliyor?
Merve Fırat: Şimdi az önce bahsettiğimiz gibi, yani süreç Bahçeli ve Öcalan üzerinden başladı. Yani kurumsal bir şey yok. Bazıları ‘Türkiye zaten demokratik bir devlet değil, yani kurumsal değil de şahıslar üzerinden sürecin ilerlemesi normal’ diyorlar. Ama ben bir hem siyaset bilimi öğrencisi, hem de hukuk öğrencisi olarak, bu görüşe katılmıyorum. Çünkü ne olursa olsun, kurumların, siyasetin devreye girmesi gerekir. Uluslararası aktörleri bu sürecin bir parçası haline getirilmelidir. Dünyadaki diğer barış deneyimlerine baktığımızda, uluslararası aktörlerinin barış süreçlerine dahil olduğunu görürüz. Norveç veya başka devletler gibi devletler bu süreçlere dahil olmuştur.
Hiva Cemal: Avrupa Birliği…
Merve fırat: Evet. O kurumlar da olmalı. Şahıslar üzeri başlayan barış süreçleri sağlıklı bir şekilde ilerleyemez.
Hiva Cemal: Çok teşekkür ederim programımıza konuk olduğunuz için.